Günvakti Köyü
 Ana Sayfa
 Günvakti Köyü
 Günvakti Gençlik
 Köyümüzün Tarihçesi
 Askerlerimiz
 Hava Durumu
 Merkez Köy Imami
 Köy Muhtari
 Kavakça Mh. Imami
 ILETISIM
Günvakti Köyü Derneği
 YÖNETIM KURULU
 Tüzügümüz
 Dernek Faaliyetleri
 Etkinliklerimiz
İnteraktif Bölümler
 Resim Galerisi
 Video Galerisi
 Konuk Defteri
 Forum
 Link Panosu
 Üyelerimiz
 Firma Rehberi
Üyelik Sistemi
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Beni Hatırla   
Üye Ol - Sifremi Unuttum
Ad :
Email :
Mesajınız :
  kadir karaman
  Tüm Islam Aleminin hemserilerimin ve dostlarimin Cuma günü mübarek olsun hayirli cumalar.hayirli bol kazançlar dilerim saglikli huzur içimde   ......
  kadir karaman
   Tüm Islam Aleminin hemserilerimin ve dostlarimin Cuma günü mübarek olsun hayirli cumalar.hayirli bol kazançlar dilerim saglikli huzur içimd   ......
  kadir karaman
  HAYIRLI CUMALAR   ......
 
Şu An 2:53:54 AM - 9/20/2024
Forum Ana Sayfa » » Son Açılan Konular » Son Cevaplanan Konular
Bölüm Hakemleri :
Kayıt bulunamadı!
YazanMesaj
seyda
[ÇöL Çiçegi]


Kayıt Tarihi : 9/6/2008 1
Yer : Istanbul
Mesaj Sayısı : 286
   39700
Su Çilgin Türkler - Özet - Turgut Özakman
Forumdaki konuları normal okuyabilmeniz için üye girişi yapmalısınız.

KITABIN ÖZETI:

Mustafa Kemal Pasa, kongre yapmak ve Kurtulus’u sekillendirmek üzere,
Erzurum’ a gelisinden 5 gün sonra, 8/9 Temmuz 1919′da, “Sine-i millette bir ferd-i mücahit (milletin bagrinda bir mücahit kisi) olarak çalismak üzere” çok sevdigi askerlik mesleginden ve görevinden istifa eder. Artik milletin bir bireyi olarak ; milletten kuvvet, kudret ve ilham alarak tarihi görevine devam edecektir. Yani artik bir rütbesi, bir askerlik sifati bulunmamaktadir. Daha sonra, 23 Nisan 1920 de TBMM Baskani seçilecek ve sadece bu sifati olacaktir. Halbuki, dost ve düsmanin kabul ettigi gibi, Kurtulus’u planlayan ve yürüten güç O’dur.
Rütbesi olmayan Mustafa Kemal’e, orduyu tam yetkiyle idare etmek ve gelistirmek üzere, sonradan uzatilan 3 aylik bir dönem için, 5 Agustos 1921 günlü TBMM gizli birlesiminde, Meclis yetkilerini kullanmasi kaydiyla, Baskomutanlik yetkisi verildi.
Hatta Baskomutan’in seçilmesi ve Tekalif-i Milliye’ye gidisini Sayin Özakman su satirlarla anlatiyor:
MECLIS’in iki gündür içine kapanmasi, Ankara esnaf ve zanaatkarlarini huzursuz etmisti. Segmen havali bir esnaf, ertesi sabah, Merkez Kiraathanesi’ne girdi. Her zamanki masalarda yine bazi milletvekilleri vardi. “Beyler..” dedi, “..iki gündür kendi aranizda konusuyorsunuz. Bir de milletle konussaniz..”
Milletvekilleri bakistilar. Sahi, Meclis’e kapanip milleti unutmuslardi.
“Arkadaslarla toplandik, sizi bekliyoruz. Buyrun, birlikte gidelim.”
Çikrikçilar yokusundan Samanpazari’na yürüdüler, oradan kale önüne çikan daracik yola saptilar. Yokusun iki yaninda küçük, gösterissiz nalbur, hirdavat, urgan dükkanlari vardi. Kale önüne çikinca, segmen, milletvekillerine yol göstererek bir zahireciye girdi. Tavani atkili, bölmeleri zahire dolu genis dükkanda yirmiden fazla Ankara’li esnaf ve köylü toplanmisti. Komsu esnaflar da kosup geldi. Yuvarlak yüzlü, gür biyikli bir Ankarali öne çikti:
“Hos geldiniz !”
“Hos bulduk !”
“Kulagimiza gelenlere göre, Meclis, M. Kemal Pasa’nin baskomutan olmasini istiyormus ama Pasa kabul etmiyormus. Demek ki ümit yok !”
Süleyman Sirri Bey irkildi:
“Hayir. Pasa daha konusmadi. Bizleri dinliyor.”
“Öyleyse Pasa’ya söyleyin, millet maliyla, caniyla arkasindadir. Baskomutanligi kabul etsin. Bu dükkan benimdir. Ne varsa hepsini orduya helal ediyorum: ! »
Biri, “Ben de !” dedi.
Öteki esnaflar da katildilar :
“Bizimkiler de helal olsun !“
Biyiklari sigaradan sararmis bir köylü, “Biz yakin köylerdeniz..“ dedi,
“..hepimiz adina söylüyorum, neyimiz varsa ordunun ayagina sermeye haziriz.. Yeter ki su gelen kara belayi durdursun !“
Üç ay süreyle Baskomutan seçilen ve Meclis’in yetkilerini kullanmasi kabul edilen Mustafa Kemal, milletin maddi kaynaklarini savasin emrine verebilmek için çikardigi 10 maddelik Tekalif-i Milliye (Milli Yükümlülük) emirlerinin 6 sini 7 Agustos’ta yayimladi:
1. Satin almalar için en büyük mülki amirin baskanliginda her ilçe merkezinde ücretsiz olarak çalisacak komisyonlar kurulacak; komisyonlar, ambarlari sayarak rapor tutacak,
2. Her ev, birer takim çamasir, bir çift çarik ve çorap verecek, çok yoksul olanlarin bu yükümlülügünü de zenginler karsilayacak,
3. Asker elbisesi yapmaya yarayan bez ve kumaslarin ve ayakkabi malzemesinin ve
4. Yiyecek maddelerinin yüzde 40′ina el konacak,
5. Ulastirma araçlarina sahip olanlar her ay askeri araç-gereçleri 100 km. öteye tasiyacaklar,
6. Terk edilmis mallara el konacak, Bu emirlere uymayanlar, vatan ihaneti suçuyla Istiklal Mahkemeleri’nde yargilanacaklar.
8 Agustos’ta ise 4 maddeyi daha yayimladi :
1) Halk, elinde bulunan, savasa yararli bütün silah ve cephaneyi, savastan sonra geri almak üzere üç gün içinde hükümete teslim edecek,
2) Benzin, vakum, gres yagi, vazelin, otomobil lastigi, tutkal, telefon makinesi, kablo, tel gibi maddelerin yüzde kirkina el konacak,
3) Demirci, marangoz, dökümcü ve kiliç, mizrak yapabilecek ustalarin adlari, sayilari, durumlari saptanacak,
4) Halkin elinde bulunan dört tekerlekli yayli araba, dört tekerlekli at ve öküz arabalari ile kagni arabalarinin bütün donatimi ve hayvanlari ile birlikte, binek hayvanlari, yük hayvanlari, deve ve eseklerin yüzde 20’sine el konacak.
Iste bu “topyekun harp”ti. Millet her seyini seferber ediyordu. Ordu kuruluyor ve gelistiriliyordu. Bir Millet, varligi ve hürriyeti için her seyini ortaya koyuyordu.
Ben dahil, Türk ulusunun fertleri, Atatürk hayranlari, tarafli konusabiliriz. Onun için sözü bir yabanciya, “Atatürk, Bir Milletin Yeniden Dogusu” adli ünlü kitabin yazari, hem de hasmimiz olmus bir ulusun evladi Lord Kinross’a birakmak istiyorum :
…Mustafa Kemal, üzerlerine çöken tehlikeyi, herkesin daha yakindan duymasi için, her evden birer kat çamasir, birer çift çorap ve çarik da istiyordu.
Bu savas, Mustafa Kemal’in öteden beri gördügü gibi topyekun bir savasti :
“Harp, yalniz iki ordunun degil, iki milletin bütün varliklariyla ve ellerindeki her seyle, bütün elde tutulur ve tutulmaz güçleriyle birbirleriyle karsi karsiya gelmesi ve birbiriyle vurusmasi demektir. Bundan dolayi, bütün Türk milletini, cephede bulunan ordu kadar fikren, hissen ve fiilen ilgilendirmeliydim. Milletin her ferdi, yalniz düsman karsisinda bulunanlar degil, köyde evinde, tarlasinda bulunan herkes, silahla vurusan savasçi gibi kendini ödev almis hissederek, bütün varligini mücadeleye verecekti.”
Bir Peygamber gibi su sözleri de eklemisti: “Gelecekteki savaslarin yegane basari sarti da, en ziyade bu söyledigim hususta yer almis olacaktir.”
Bu gerçegi yillarca sonra kesfetmis olan Churchill, Mustafa Kemal’in elinde yeteri kadar deve ve öküz bulunmadigi için, tasit islerinde cephedeki erlerin karilarindan ve kizlarindan nasil yararlandigini anlatir. Kadinlarin seferber edilmesi milli duygunun gelistirilmesinde büyük bir rol oynamis; asker, sivil herkesin topyekün gayret göstermesi ihtiyacini iyice belirtmisti. Sivas, Erzurum, Diyarbakir ve Trabzon gibi daginik, merkezlerden toplanan silahlar, saman yiginlarinin altina yüklenerek kagnilarla tasiniyordu. Salvarli, dolakli köylü kadinlari ta Sümerler zamanindaki gibi, gicirtili sesler çikaran kagnilarini sürerek saatte ancak bes kilometre hizla, dag tepe demeden yüzlerce kilometrelik yollari asiyor, cepheye dogru ilerliyorlardi. Çogu, emzikteki çocuklarini, sikica sirtlarina baglamislardi. Top mermilerini, halat kulplu cephane sandiklarini, kucaklarinda tasiyarak arabalara yükleyip indiriyor, iki omuzlarina birer gülle yüklüyor, çok kez tapalari bozulmasin ya da islanmasin diye, çocuklarini açikta birakmayi bile göze alarak, üzerlerini örtüyle kapatiyorlardi. Tekerleklerin kirilip kagninin yolda kaldigi da oluyordu. O zaman kadinlar, içindekileri sirtlarina yüklenir ve kilometrelerce tasirlardi. Evlerinde kalanlar at, hayvan ve araçlara el konmus olmasina bakmadan, çapa çapaliyor, tohum ekiyor, ekin biçiyor, orduya yiyecek yetistiriyorlardi.
Refet Pasa, Milli Müdafaa Vekilligine geçmis, bütün enerjisi ve buluslariyla çalismaya baslamisti. Öküz arabasiyla yapilan tasimayi, yeni bir menzil sistemi kurarak daha hizli hale getirdi. Artik köylülerin alisik olduklari gibi her kasabaya gelince araba degistirecek yerde, belirli yerlerde öküzler degistiriliyor ve tasitlar, dogruca savas alanina kadar gelebiliyordu. Kilimlerden askerlere kaput, gaz tenekelerinden ilaç kutusu yaptirdi. Un bulunmazsa, köylülere, degirmenleri tamir edilinceye kadar, bugdayi kaynatarak ya da havanda döverek yemelerini söyledi. Çorak yaylada odun bulunmadigindan, ahsap evleri yiktirip, tahtalarini lokomotiflerde yakit olarak kullandi.
Saban demirlerinden kiliç yapiliyordu. Ankara’daki demiryollari atölyesi süngü ve hançer fabrikasi haline sokulmustu. Bir tek bozuk silah kalmamasi için her yerde tamir atölyeleri kurulmustu. Refet Pasa yurdun en ücra köselerinden bile orduya asker topluyordu. Halk, minarelerden askere yazilmaya çagriliyordu. Orduya katilmak isteyenler çogu kez haydutlarin kasip kavurdugu yerlerden geçerek; yüzlerce kilometre yaya yürümek zorundaydilar. Geldikleri zaman da kendilerine verilecek silah bulunmadigi olurdu. Bu erlere, cepheye giderken, düsmandan baska, yarali ve ölülerin silahlarini almalari söylenirdi. Bu arada askerden kaçanlar yakalanip siddetli cezalara çarptiriliyor, silah altina yeni siniflar aliniyor; Adana bölgesinden, Dogu illerinden, Karadeniz’ den ve daha baska uzak yerlerden takviyeler getiriliyordu.
Türklerin, kendilerini bekleyen önemli savasa hazirlanmak için ancak üç hafta kadar vakitleri vardi [Sakarya Savasi]. Ankara, bu haftalari endise içinde geçirdi. Sivillerin morali adamakilli çökmüstü. Varlikli esraf ve tüccarlar, yanlarina ailelerini ve servetlerini alarak Kayseri’ye göç ettiler. Daha baska kimseler de göç hazirligina giristi, hatta resmi görevi olanlar bile. Sehir, asker kaçaklariyla, bos gezenlerle dolmustu; Yunanlilarin çok yakina geldikleri söyleniyordu; kimsede güven kalmamisti. Kadinlar, çarsaflari sirtlarinda, yola çikmaya hazir, sabirla bekliyorlardi. Evlerini, barklarini birakip göç etmek zorunda kalacaklar miydi acaba?
Mustafa Kemal de, simdi Genelkurmay Baskani olan Fevzi Pasa ile birlikte cepheye hareket etti. Karargahini Ankara’nin seksen kilometre kadar güneybatisinda, demiryolu üzerindeki Polatli’da kurmustu. Buraya varinca, atiyla, çevreye hakim bir tepe olan Karadag’a çikti; attan inerek düsmanin izlemesi muhtemel olan hücum yönünü görmek istedi. Tekrar atina binerken bir sigara yakti. Hayvan, kibritin alevinden ürkerek geri tepince, Mustafa Kemal siddetle yere düstü. Kaburga kemiklerinden biri kirilmisti; bir an için, cigerlerini sikistirarak, nefes almasina ve konusmasina engel oldu. Yanindaki doktor, kendisini ciddi sekilde uyardi: “Devam ederseniz hayatiniz tehlikeye girer !’
Mustafa Kemal: “Savas bitsin, o zaman iyilesirim.” diye yanit verdi.
Tedavi için Ankara’ya döndü. Fakat yirmi dört saat sonra yine cephedeydi. Yarasi ona aci veriyordu; güçlükle yürüyebiliyor, çok kez bir masaya dayanarak dinlenmek zorunda kaliyordu…
Halide Edip bazen bu toplantilarda Mustafa Kemal’i bir roman yazarina benzetirdi. O da sanki heyecanli bir konu üzerinde çalisiyor gibiydi. Bu romanin ana konusu savasti, harita üstündeki igneler de kahramanlari. Her birinin özellikleri, genel plana uygun düsmeli ve hikayenin gelismesine yardimci olmaliydi. Mustafa Kemal, düsmanin kuvvetini de kendi birlikleri kadar yakindan inceliyordu. Savasin çok önemli bir aninda alinan bir istihbarat raporunda, Yunanlilarin kuvvetli bir yiginak yapmis olduklari, Türklerin tuttugu mevziin savunulmasinin güçlestigi ve birakilmasi gerekecegi bildirilmisti. Mustafa Kemal hemen: “Bana Yunan birliklerinin hareketlerine dair geçen haftaki raporlari getirin !” diye, emir verdi. Bu raporlari bir daha gözden geçirdikten sonra: “Bizim istihbarat yaniliyor !“ dedi. “Yenilen biz degiliz, düsmandir !”
Yepyeni bir savas stratejisi :
Zaman zaman, taktik icabi, askerlik bilimine uygun olarak, geri çekilmeler de yapiliyordu. Hatta gereginde Ankara bile bosaltilabilecekti. Ancak Baskomutan gereksiz ve çarpisilmadan geri çekilmeleri affetmiyordu.
Mustafa Kemal’in emri altindaki cephe asagi yukari yüz kilometre uzunluktaydi. Savasin kritik bir döneminde, kullanilacak taktigi, subaylara söyle bildirmisti:
“Hatti müdafaa (savunma hatti) yoktur, sathi müdafaa (savunma alani) vardir. O satih, bütün vatandir. Vatanin her karis topragi, vatandasin kaniyla islanmadikça terk olunmaz. Onun için küçük, büyük her birlik, bulundugu mevziden atilabilir. Fakat küçük, büyük her birlik, ilk durabildigi noktada, tekrar düsmana karsi cephe kurup savasmaya devam eder. Yanindaki birligin çekilme zorunda oldugunu gören birlikler, ona uymaz. Bulundugu mevzide sonuna kadar sebat ve mukavemete mecburdur !”
Sakarya Savasi’nin 5. gününde, 27 Agustos 1921 de, çarpismalar siddetini artirarak devam ediyordu. Cephenin sol ucundaki Güzelcekale’nin yüksek tepeleri Yunanlilarin eline geçti. Türkler, sert bir savunma yaparak adim adim çekildi.
Daha önceki günlerde bu yeni stratejiyi gelistiren Mustafa Kemal, Alagöz köyündeki karargahinda Yusuf Izzet Pasa’ya, “Savunma hatti yoktur, savunma sathi vardir. O satih bütün vatandir. Yurdun her karis topragi, yurttasin kaniyla islanmadikça düsmana birakilamaz. Her birlik, ilk durabildigi noktada düsmana karsi yeni bir cephe kurup savasmayi devam ettirir…” dedi. Daha sonra da bu yeni stratejiyi orduya günlük emirler arasinda yayinladi.
Mustafa Kemal’in savunma hatlari, kisim kisim kiriliyordu. Fakat derekap, kirilan her kisim, en yakin bir mesafede yeniden tesis ettiriliyordu. Böylece Yunanlilar, her ne kadar toprak kazaniyorlarsa da, ilerlemeleri gayet yavas oluyordu. On günlük bir savas sonunda, topu topu on bes kilometrelik yer kazanmislardi. Papulas’in hücumda, Mustafa Kemal’in savunmada uyguladigi ilkeleri uygulamasina olanak yoktu. Türk hatlarinda bir gedik açabilen bir Yunan birligi, durup komsu birliklerin de ayni hatta varmalarini bekliyor (askeri taktik geregi), bu da Türklere takviye alip toparlanmak için vakit kazandiriyordu.
Ancak Türklerin durumu yine de tehlikeliydi. Yunanlilar saldiriyi, merkeze dogru yöneltmisken, bir kere daha sola dogru kaydirdilar. Hala Türk ordusunu yandan çevirip Ankara’ya dogru yürümeye ugrasiyorlardi. Bu cephede bazi ilerlemeler kaydederek Türkleri mevzilerinden çekilmek zorunda biraktilar. Türk Cephesi, simdi kendi mihveri üzerinde dönmüstü. Artik kuzeyden güneye degil, dogudan batiya uzaniyordu. Öyle ki, dogu ucundaki Yunan kuvvetleri, Ankara’ya, bati ucundaki Türklerden daha yakindilar.
Savunmanin basarisi ve dolayisiyla Ankara’nin korunmasi, Çal Dag’in elde tutulmasina bagliydi. Türklerin esasli iki savunma mevzii arasinda, üç yüz metre yükseklikteki bu genis ve uzun silsile, Ankara’ya ulasan tren yoluna ve bütün savas alanina hakim durumda bulunuyordu. Bir sürüngenin sirt kemikleri gibi girintili çikintili olan Çal Dag, üzerinde gizlenilmesi ve savunulmasi güç olan bir yerdi. Mustafa Kemal: “Çal Dag’i almadiklari sürece korkulacak bir sey yok !” diyordu. “Ancak, alacak olurlarsa, çok dikkatli davranmamiz gerekecek. Çünkü kolayca Haymana’yi isgal edebilir ve bizi kapana kistirabilirler !”
Ankara’dakiler; Çal Dag düsse de onun arkasinda daha bir sürü tepe bulundugunu düsünerek, kendilerini avutabiliyorlardi. Içlerinden biri: “Biz her tepede bu kadar ölü verdirdikten sonra, düsman buraya gelinceye kadar elinde bir avuç asker kalir. Onlari da sopa ile döveriz !” demisti. Ama cephede herkes, durumun çok nazik oldugunu biliyordu.
Netice olarak vurusmalar ve muharebeler kazanildi. Churchill’in özetledigi gibi, “Yunanlilar, kendilerini öyle bir siyasi ve askeri duruma sokmuslardi ki burada nihai zaferden baska her sey bir yenilgi demekti. Türkler içinse, nihai yenilgiden baska her sey bir zafer sayilabilirdi. Türklerin basindaki savasçi basbug, bu durumun hiçbir yönünü gözünden kaçirmiyordu.”
Mustafa Kemal simdi Fevzi ve Ismet Pasalarin önerisi üzerine, Meclis tarafindan Müsirlige (Maresallige) yükseltilmis ve kendisine ayrica Gazi unvani verilmisti. Böylece artik rütbesi bulunan bir subay, bir Baskomutan olmustu.
Yillar sonra bir ressam, Mustafa Kemal’e Sakarya savasini gösteren bir tablo hediye etti. Kendisi, ön planda, yagiz bir savas hayvanina binmis olarak görünüyordu. Ressam, tebrik beklerken, birdenbire Mustafa Kemal’in “Bu tabloyu kimseye göstermeyin !” demesi üzerine sasirip kaldi. Kimse ne söyleyecegini bilemiyordu. Mustafa Kemal açikladi: “Savasa katilmis olan herkes bilir ki, hayvanlarimiz bir deri, bir kemikten ibaretti, bizim de onlardan arta kalir yerimiz yoktu. Hepimiz iskelet halindeydik. Atlari da, savasçilari da böyle güçlü kuvvetli göstermekle Sakarya’nin degerini küçültmüs oluyorsunuz, dostum…”
Buradaki bazi anilar, Halide Edip Adivar’in “Türk’ün Atesle Imtihani” adli eserinden alinmis ve Lord Kinross’un kitabinda tekrarlanmistir. O Halide Edip ki, romanlarinda ve baska kitaplarda anlatildigi gibi isgal Istanbul’undan Ankara’ya geçmis, orada Dis Isleri emrinde tercümanliklar yapmis, Sakarya Savasi öncesinde “gönüllü er” olarak Bati Cephesi Karargahina katilmis, zaman zaman Kurmay Heyetiyle birlikte cephelerde bulunmus, Baskomutan’in otomobilinde birlikte Izmir’e kadar gitmis ve tabii ki anilarini aktarmistir. Sakarya Savasindan sonra Ismet Pasa tarafindan Onbasi, Büyük Taarruzdan sonra Çavus yapilmistir. Kendi diktigi özel üniformayi giyerdi.
Sonuç :
19 Mayis 1919’da baslayan, çok önceden planlanan ve hazirliklarina girisilen ulusal direnis, yokluklara ragmen basariyla bitirildi. 1919 yili direnisin sekillenmesiyle, 1920 yili ulusal gayretlerin düzene girmesiyle, 1921 yili son darbeye hazirlik savaslariyla, 1922 yili da bu son darbe için hazirliklar ve kesin zaferle sona erdi.
1923 yili ise yeni devletin uluslar arasi ve ulusal planda sekillenmesi ile sürdü.
Lozan Konferansi ve Anlasmasi pesinden ismi konulmamis bir yönetimin isimlendirilmesi geldi, Cumhuriyetimiz ilan edildi.
Artik eski yillarda kafada sekillenen ilerleme hamleleri, Erzurum Kongresi sirasinda bir gece alinan notlar gerçeklestirilecekti. Bu ilginç hikayeyi aktarip yine çok uzayan yaziyi bitirelim:
Mazhar Müfit Kansu’nun kaleminden okuyalim:
Erzurum Kongresi günleridir. Bir sabaha karsi saati. Pasa soruyor:
- Mazhar, not defterin yaninda mi ?
- Hayir, Pasam.
- Zahmet olacak ama, bir merdiveni inip çikacaksin. Al gel.
Defter gelince :
- Bu defterin bu yapragini kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar mahrem kalacak. Bir ben, bir Süreyya (Yigit) bir de sen bileceksin. Sartim bu…
- Emin olabilirsiniz Pasam.
- Öyleyse tarih koy !
Kansu, tarihi ve zamani koydu : 7-8 Temmuz 1919 gecesi, sabaha karsi.
- Pekala… Yaz ! Zaferden sonra sekl-i hükümet Cumhuriyet olacaktir. Bu bir.
- Iki: Padisah ve hanedan hakkinda zamani gelince icabeden muamele yapilacaktir.
- Üç: Tesettür kalkacaktir.
- Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi sapka giyilecektir.
Bu anda, gayr-i ihtiyari kalem elimden düstü. Yüzüne baktim. O da benim yüzüme bakti. Bu, gözlerin bir takilista birbirine çok sey anlatan konususuydu.
Pasa ile zaman zaman senli benli konusmaktan çekinmezdim.
- Neden durakladin ?
- Darilma ama Pasam, sizin de hayalperest taraflariniz var, dedim. Gülerek,
- Bunu zaman tayin eder. Sen yaz… dedi.
- Bes: Latin hurufu (harfleri) kabul edilecek.
- Pasam kafi… Kafi…dedim ve
- Cumhuriyet ilanina muvaffak olalim da üst tarafi yeter ! diyerek defterimi kapadim ve koltugumun altina sikistirdim…
Atatürk, zaman zaman Çankaya sofralarinda, Kansu’yu bu notlari yazdirdigi zaman, kendisini hayalperest olmakla suçladigini söylemis, sakalasmisti. Ama daha büyük sakalari da oldu.
23-31 Agustos 1925 arasinda Kastamonu’da Sapka Inkilabini (devrimini) ilan etmis olarak dönüyordu. Ankara’ya avdet ettigi anda otomobille eski meclis binasi önünden geçiyor, ben de kapi önünde bulunuyordum. Manzarayi görünce gözlerime inanamadim. Kendisinin ve yaninda oturan Diyanet Isleri Reisinin basinda birer sapka vardi. Kendisi neyse ne? Fakat kendisini karsilamaya gelenler arasinda bulunan Diyanet Isleri Reisine de sapkayi giydirmisti. Ben hayretle bu manzarayi seyrederken, otomobili durdurttu, beni yanina çagirdi ve birden :
- Azizim Mazhar Müfit Bey, kaçinci maddedeyiz? Notlarina bakiyor musun?
Iste, Atatürk bu idi. Her zaman kendinden ve milletten emin, planli, programli.
Ne serefli, Türkiye Cumhuriyetini Kuran Türk Milletine ait olmak !
Bu serefli ve övünülecek geçmisi derli toplu aktaran Sayin Özakman’a ve Bilgi Yayinevi’ne yeniden tesekkürler.
Son söz :
Bence bir kere daha yazilir veya yayinlanirsa eserin adi degismeli. Bana göre, gerçekten çilgin olanlar, bu topraklara isgalci olarak gelenler ve ikazlara karsin onlari gönderenlerdi…
Sayin Turgut ÖZAKMAN üstadimizi tüm Türkiye bilir.
“19 Mayis 1999 - Atatürk Yeniden Samsun’da” isimli 2 ciltlik, duygularimiza tercüman olan kurgu romanini okumamis olanlar, veya “Su Çilgin Türkler” isimli son romanini okumamis olanlar bile, kendisiyle tanismislardir:
TRT Kanallari basta olmak üzere, Milli Bayramlarimizda çesitli kanallar tarafindan yayinlanan “Kurtulus” ve “Cumhuriyet” adli TV filmlerinin senaristi de kendileridir. Bazi gazeteler tarafindan da halka ulastirilan bu filmler, bir kisim evlerde yerini almistir.
Tüm bu roman ve senaryolarda, yakin tarihimize ait gerçekler, kurgu roman kahramanlari da kullanilarak veya yalin olarak, verilmektedir.
Yapilan röportajlarda ve söylesilerde, açikça sorulmayan bir soruyu, ben burada sormak istiyorum: Aramizda olmayan Atatürk’ü ve Cumhuriyet’imizin kurulusunu, en azindan bazi bölümleri kurgu olan yapitlara konu olarak almak dogru mu? Cevabim kocaman ve yüksek sesle EVET !
Atatürk artik uzun süredir aramizda degil, O’nu bir yana birakin, O’nu görenlerin, yasayanlarin pek çogu aramizda degil. Özellikle gençlerimiz için, en küçük yaslarindan itibaren siniflarda bir mask, okul bahçesinde bir büst, bazi meydanlarda bir heykel, belli günlerde gazetelerde çikan bazi resimler ve kliselesmis cümlelerle veya boyun damarlari siserek okunan bazi siirlerden, ara sira anilan bir isimden ibaret.
Hemen bütün konusmacilarin, özellikle politikacilarin agzinda da, samimiyetsizce anildigini görüp izliyorlar. Kime sorsalar, çok karsi olanlar bile, otomatik bir sekilde “Atatürkçü” oldugunu söylüyor. Halbuki bu inanilmaz niteliklere sahip ebedi yol göstericiyi yasatmamiz ve anlamamiz gerek. Bunun da yolu, insan yönlerini ve fikirlerini öne çikartarak topluma, özellikle de gençlere ulastirmaktir.
Neler için nasil hazirlandigini, kimlerle ve nelerle nasil mücadele ettigini, neleri yoktan var ettigini, neleri düsünebildigini, görüslerini anlamamiz ve aktarmamiz gerek. Basta Avrupa’li dediklerimiz bunlari bilmedikleri için karsi çikiyorlar. Halbuki daha Erzurum Kongresi günlerinde bile yapacagi devrimleri düsünüp planladigini (Mahzar Müfit Kansu anilari), Avrupa Birligini 1932 lerde düsündügünü bilseler, baska türlü bakarlar.
Hepimiz ögrenci ve genç olduk, tarih ile ilgili dersleri ve konulari, nasil zorlanarak atlattigimizi bir hatirlayin. Ben kisisel olarak tarih ve cografya gibi derslerin ezberlenecek yanlarindan (tarihler, yüzölçümleri gibi sayilar, v.b.) çok sikilir ve kaçarim. Ama keyifle roman okurdum. Bu sayede de pek çok tarih ve cografya bilgisi ile tanistim, ilgimi çekenleri daha da ileri seviyede inceledim.
Bu günün gençleri, okuma aliskanligindan da uzaklar. Görsel ve isitsel yollar onlara yetiyor. Bu yüzden, konular ekranlara çikmasa bile, çizgi roman türü, onlara ulasmak için özel bir yol. Düz yazi ise, mizah baharatiyla süslenince veya hayalleri costurunca, daha bir okunabilir oluyor.
Eldeki bazi kaynaklarda, bir kismi (artik) pek bilinmeyen, yasam kesitleri, yaklasimlari ve sözleri var. Eski esinin kardesine neler diyebildigini de, yedi yil önceden yaklasan büyük savasi nasil gördügünü de, agzindan bir Balkan Birligi sonrasi Avrupa Birligi kavraminin da nasil döküldügünü, hem de belgeleyerek bilebiliyoruz.
Bu ve benzeri bilgilere dayanarak kurgu bir yasam ve olaylar kesiti yaratmak zor olmasa gerek. Okunabilir olmasi, biraz dil ve üslup, yani beceri konusu oldugu kadar, kabul edilir olmasi da bir iyi niyet ve sadakat sonucu oluyor. Zaten bütün
anlatimlar, konusu ne olursa olsun böyle degil mi ?…
Atatürk’ü bir romanda ele almaya cesaret etmek, kabul ederim ki çok iddiali bir istir. Dogru islenmesi gereken bir çok ince nokta vardir. Atatürk Yeniden Samsun’da kurgu romanindan bir örnek:
Hemen ilk sayfalarda yer alan, Canan Yücel ve Mina Urgan’in dahil olduklari bir grubun, kendilerini bir odada bekleyen Atatürk’ü ziyaretleri var. Yazar, onlari karsilamak için Atatürk’ün ayakta bekledigini yazmis. Bilebildigimiz kadariyla, aralarinda hanimlarin ve sanatçilarin oldugu bir grubu, bu büyük insan ayakta karsilardi. Bu gibi üstün ve ince yanlarini vurgulayarak, O’nu her yönüyle ve daha iyi tanitabilecegimize inaniyorum.
Çok az kaldilar, ama zaman içinde, kendisini bizzat gören, kisa süre de olsa muhatap olan bazi büyüklerimizden, hep böyle insan ve uygar yanlarini duyduk, gençlere ve çocuklara sevgisini ögrendik. Yabanci ve tarafsiz yazarlardan da, satir aralarina dikkat ederek, bazi özel yönlerini kesfedebiliyoruz. Mesela Armstrong’un Bozkurt kitabindan, Çankaya’daki ilk evinin çalisma odasinda, basinin üzerinde bir dini yazi (belki Masallah, belki bir dua, o belli degil) asili oldugunu, bunun altinda çalistigini ögreniyoruz. Çocuklugunda Atatürk’ü görüp konusup iznini alarak fotograflarini çeken bir kiymetli büyügümüz, “Atatürk ve Din” konulu yazi ve konusmasini hazirlarken, bu tip bazi bilgiler, kim bilir ona ne kadar yararli olurdu..
Atatürk ve Esi Latife Hanim’in kisa evliliklerinin romanini yazan Ismet Bozdag, eldeki pek az veri ve ifadeden yola çikarak Fikriye ile Atatürk’ün olasi evliliklerini roman haline getiren Hifzi Topuz, 1999 yili 19 Mayis’inda Atatürk’ü tekrar Samsun’a çikartip sonra da Ankara’ya getirten, televizyon konusmalari yaptiran Turgut Özakman, bu anlayista öncülük edip, yeni ufuklara dogru kosanlar, Ebedi Önder’imizi samimiyetle tanitarak fikirlerini yeniden 1920lerin 1930larin heyecanlariyla hatirlatanlar…
Bu kurgularin esas amaci, samimiyetle bazi seyleri canlandirip hatirlatmak:
Atatürk ölmedi, bizler yasayip O’nu ve fikirlerini yasattigimiz sürece de ölmeyecek… En büyük eseri olan Cumhuriyetimiz de ilelebet yasayacak.
Bu cumhuriyetin nasil kuruldugunu, temelindeki harçlari ve taslari ögrenmek ve anlayabilmek için, kendisi için “Türk’üm !” diyen herkes, Türkleri tanimak isteyen tüm dostlar, “SU ÇILGIN TÜRKLER” isimli kitabi okumali ve okutmalidir. Keske bir an önce yabanci dillere de çevrilse !

Simdi kitaptan bazi alintilari görelim (Sayin Yazar ÖZAKMAN ve degerli yayinevi BILGI Yayinevine, eserin hazirlanip yayinlanmasi ve nazik yaklasimlari ile ilgili tekrar tesekkürlerimizle).
Kitabin bütününde deniz ile ilgili az bölüm vardir. Sitemiz “Denizce” oldugu için, alintilari bunlardan derledik :
…..
AKDENIZ GÜNESINDE yikanan Sakiz Adasi’nin kuzeyindeki Kardamilla Köyü, sabahleyin telasli çan sesleriyle çalkalaniyordu.
Evinin tas duvari dibine çömelmis, kemiklerini isitan Dimitri Baba (1) irkildi. Vakitsiz çan çaldigina göre mutlaka biri ölmüs olmaliydi. Dogrulmak istedi ama bacaklari öyle tatli uyusmustu ki caydi, “Ben iyi ki yasiyorum” diye geçirdi içinden. Bu yil toprak erken uyanmis, agaçlar çok çabuk donanmisti. Ayaklarinin dibinden yavru bir kertenkele akti. Hava reyhan kokuyordu. Birinin geçtigini görünce seslendi :
“Kim ölmüs?”
“Hiç kimse. Bütün gençleri askere aliyorlar:”
Kuru ceviz kabugu gibi burusuk yüzünü ugusturdu, “Dogru bilmisim..” dedi kendi kendine, “..isin ucunda yine pis ölüm var:”
Birçok genç gibi Dimitri Baba’nin torunu Panayot (1) da asker olacakti.
(1) Dimitri Baba ve torunu Panayot, romandaki kurgu kisilerdendir.
…..
INEBOLU MEVKI KOMUTANI Yarbay Nidai yerinden firladi :
“Ne diyorsun?”
Limanin sigligi yüzünden Inebolu’nun açiginda demirleyen Remo adli Italyan gemisine çikan denetim subaylarindan biri, telasla geri dönmüs, gemide Veliaht Abdülmecit’in oglu, Vahidettin’in damadi Sehzade Ömer Faruk’un bulundugunu bildirmisti.
“Ankara’ya gidecekmis.”
“Ankara mi çagirmis ?”
“Hayir !”
“Yalniz basina mi gelmis ?”
“Albay Kel Asim Bey’le birlikte:”
Yarbay Nidai Ömer Faruk’u, gögsü dekoratif nisanlarla dolu fiyakali fotograflarindan tanir ve can pazarindan gelmis bütün subaylar gibi gülünç bulurdu. Her sey az çok yoluna girdikten sonra, bu delikanlinin çikip gelmesi midesini bulandirdi. Bilmedigi yeni bir durum oldugunu düsünerek, Sehzade’nin karaya inmesine izin verdi ve durumu Ankara’ya telledi.
Belediye Baskani Hüseyin Kasif Bey, Sehzade ile Albay Asim Gündüz’ü (sonradan yeniden ve tek basina geldi ve Bati Cephesi Kurmay Baskani oldu. A.S.) eve yemege davet etti. Subaylarin katilmadigi yemek soguk geçti. Ankara’nin cevabini beklemek için yemekten sonra bahçeye indiler. Kahvelerini içtikleri sirada bir inzibat eri göründü. Elinde bir telgraf vardi. Selam verip Ömer Faruk’a uzatti. Telgraf M. Kemal Pasa’dan geliyordu ve söyle bitiyordu:
“Istanbul’a dönmeniz ve hanedanin bütün üyelerinin hizmetlerinden yararlanilacagi güne kadar orada kalmaniz rica olunur:”
Sehzade ve Albay Asim, aksam Inebolu’ya ugrayan bir gemiyle Istanbul’a yolcu edildiler. Sehzadenin geri gönderilmesine, Inebolu’da, birkaç yasli Hürriyet ve Itilaf Partiliden baska kimse aldirmadi.
…..
KAÇAK SUBAY ve silah denetimi yapan isgal subaylarinin titizligi yüzünden Triestino adli Italyan gemisi, Istanbul’dan iki saat gecikmeyle ayrildi. Gün batmak üzereydi. Çogu köylü olan yolcular, arka güvertenin küpestesine dayanmis, sessizce, bu büyülü saatte Istanbul’u seyrediyorlardi. Aralarinda bir Fransiz çift de vardi. Gemi Anadolu Hisari hizasina geldigi zaman Madam Amiel (2), suluboya bir rüyadan uyanmis gibi mahmur,
“Ama Jean..” dedi, “..Mösyö Konstantinidis haksiz ! Ne yana baksan, burasi bir Türk sehri. Yunanlilikla hiç ilgisi yok.”
Jean Amiel, yolculugun asil sebebini bilmeyen karisina cevap vermedi. 35 yil önce, birçok becerikli Rum gibi Marsilya’ya yerlesmis olan Trabzonlu zengin Konstantin Konstantinidis’in yaninda çalisiyordu. Konstantinidis, Avrupa ve Amerika’da bulunan Karadeniz Rumlarini, 1918′de Marsilya’da düzenledigi Pontus Kongresi’nde bir araya getirmisti. 500 yil önce tarihe karismis olan Pontus devletini diriltmek istiyordu. Istanbul’un bir Yunan sehri oldugunu iddia ediyor, Batum’a kadar Karadeniz kiyilarinin da, Rumlarin nüfusun ancak yüzde onunu olusturduguna bakmaksizin, Pontus devletine verilmesini istiyordu. Bütün servetini bu ise ayirmisti. Venizelos da, Karadeniz kiyilarindaki RumIarin örgütlenmeleri için Albay Katenyotis’i görevlendirmis, Pontus çetelerinde dövüsen RumIarin sayisi hizla 25.000′e yükselmisti.
Buna karsilik Karadeniz Türkleri de silahlanmislardi. Ankara’da merkezi Amasya’da olan bir ordu kurmustu. Merkez Ordusu gibi gösterisli bir ad tasiyan bu kurulusun toplam tüfek sayisi 6.700′dü. Kuzeyde Pontus çeteleriyle, güneyde de, bu tehlikeli dönemde Koçgiri’de isyan etmis olan Kürt asiretleriyle çatisiyordu.
RumIarin Pontus rüyasi bütün sicakligi ile sürmekteydi.
Jean Amiel’in görevi, Sumela Manastiri’ni incelemek bahanesiyle Pontus hareketinin Anadolu’daki liderlerinden Trabzon Metropoliti Hrisantos’la bulusmakti. Konstantinidis’den talimat ve para götürüyordu. Esiyle geldigi için kusku çekmeyecek, Türklerle Fransizlar arasindaki yumusamanin da yardimiyla Trabzon’a çikmasi zor olmayacakti.
Yemek salonu da köylüler ve tasrali, kiliksiz tüccarlarla doldu. Yolcular durgun, yemekler bastansavmaydi. Müzik de yoktu. Madam Amiel’in cani sikildi. Oysa Marsilya’dan Istanbul’a, savastan sonra bütün Avrupa’yi sarmis olan o çilginca hava içinde eglenerek, türlü gösteriler seyrederek gelmislerdi. Erkenden kamaralarina çekildiler. Sabah geç uyandilar. Kahvaltilarini yapip güverteye çikmalari ögleyi buldu.
Siralara, yerlere, tahta çantalara, küçük denklere oturmus, küpesteye yaslanmis yolcular, hiç konusmadan soluk kiyiyi seyrediyorlardi. Madam Amiel, saginda duran burusuk fesli, kirli gocuklar giymis, gözleri uykusuzluktan kanli adamlara bakarak yüzünü burusturdu, “Ne kadar çok köylü var bu gemide.: ” diye yakindi, Fransizca anlamayacaklari için de sesini alçaltmadan ekledi: “..ne kadar da çirkin insanlar:”
Dr. Hasan (2), “Madam bizi begenmedi” diye homurdandi. Yüzbasi Faruk (2) güldü :
“Hakli. Hepimiz manda lesi gibiyiz:’
Ugurlamaya gelen Ihsan tanistirmisti ikisini. Az sayidaki kamaralar dolu oldugu için Faruk’la doktor, geceyi birçok son dakika yolcusuyla birlikte, pireli ve küf kokan basaltinin tahta dösemesi üzerinde geçirmisler, sabaha kadar gözlerini kirpmamislardi.
Madam Amiel basini öbür yana çevirdi, makine dairesinde geceledikleri için kömür tozuna ve yaga bulanmis delikanlilari gördü; utanacaklari yerde bu hallerinden pek hoslanmis gibiydiler, igrenerek döndü :
“Çok da pisler Jean. Güzelim Istanbul’u gerçekten bu ilkel insanlarin elinde birakmamali:”
Yan güvertenin sonunda, Yakup Kadri, tel gözlüklü, eski elbiseli bir memur ve tek basina Ankara’ya gitmeyi göze almis, sikmabasli, iskarpinli, adinin Nesrin (2) oldugunu ögrendigi bir genç kizla sohbet ediyorlardi. Nesrin heyecanini belli etmemeye çalisarak, “Yunan savas gemileri yolumuzu kesemez, degil mi?” diye sordu.
Tel gözlüklü memur kizi yatistirdi:
“Italyan gemisi bu küçük hanim, cesaret edemezler. ”
Bir delikanli heyecanla haykirdi:
“Inebolu !”
Kerempe Burnu’nu dönmüslerdi. Ufukta Inebolu kiyisi bir çizgi halinde görünüyordu. Herkes canlandi. Kömürcü çiragina benzeyenlerden biri, “Haydi toparlanalim. Inebolu’da inip biraz gezeriz” dedi. Gençler hiç itiraz etmeden kalkip güverteden ayrildilar.
Madam Amiel “Pisler gidiyor…” diye müjde verdi, sagina göz atti,
“..Oo! Çirkin adamlar da gidiyor.”
Dr. Hasan bir an önce kiligini degistirmek için acele eden Faruk’u durdurdu, Madam Amiel’e döndü, Fransizca, “Aziz Madam.:” dedi, “..size ve esinize iyi yolculuklar diliyoruz !”
Yürüyüp gittiler.
Madam Amiel sersemlemisti, “isittin mi…” diye feryadi basti, “..çirkin köylü Fransizca konustu. Aman Tanrim ! Bunlar gerçekten acayip adamlar.”
Italyan kamarot ve tayfalarin dostça davranislari Yakup Kadri’nin ilgisini çekmisti. Tel gözlüklü memur, “Ee..” dedi, “..bu hatta kaçak silah, cephane ve subay tasiya tasiya, Türklerle içli disli olmuslar.”
“Acaba bu gemide de kaçak silah var midir ?”
“Az da olsa, mutlaka vardir.”
“Ama bu defa subay yok galiba. ”
Memur gülümsedi:
“Olmaz olur mu ?”
“O kadar dikkatle baktim ama ayirt edemedim.”
“Isgal denetimi çok sikilasti. Biz de denetimden geçebilmek için geçici kimligimize uygun sekilde giyinmek ve davranmak için günlerce önce hazirliga basliyoruz: ”
Yakup Kadri ile kiz sasirdilar:
“Yoksa siz de mi subaysiniz ?”
“Evet efendim. Talimat uyarinca Inebolu’ya kadar kimseye gerçegi açiklamamamiz gerekiyordu. Askeri doktorum. ”
Yakup Kadri “Çok iyi.. dedi sevinçle, “..tek doktor da su sira
Anadolu için büyük kazançtir.”
Doktor güldü :
“Biz 40 doktor, 10 eczaciyiz. ”
Yakup Kadri’nin agzi açik kaldi.
Inebolu sularina girmislerdi. Neseli bir ugultu yükselmisti. O yana döndüler. Temizlenip üniformalarini ve basliklarini giymis kirk kadar genç, marti sürüsü gibi bembeyaz, güverteye çikmislardi.
“Bunlar kim ?”
“Heybeli Deniz Okulu’nun kaçak ögrencileri. Onlar da damla damla olusan Deniz Kuvvetlerimize katilmak için Samsun’a gidiyorlar. Biz Inebolu’da inecegiz. Izninizle.”
Askerce selam verip ayrildi.
Madam Amiel bu sürprize bayilmisti. Az sonra güvertelere, üniformalarini giymis subaylar, askeri doktor ve eczacilar da çikinca, kendini tutamadi, el çirpmaya basladi. Bugüne kadar hiç böyle çarpici bir gösteri görmemisti. Yakup Kadri de heyecan içindeydi. Genç kiza, “Bir romanda yasiyor gibiyim” diye fisildadi.
Birkaç heyecanli delikanli sarkiya baslamisti:
Karadeniz, Karadeniz (3)
Gelen düsman degil, biziz..
Sarkiya katilanlar gittikçe artti. Sisman kaptanin her zamanki isareti üzerine tayfalardan biri, dostluk jesti olarak, isten kararmis, burusuk bir Türk bayragini direge çekmeye koyuldu. Yükseldikçe bayragin burusuklari düzeliyor, rengi açiliyordu. Nesrin’in gözleri doldu.
Inebolu’nun Yarbasi’na dogru set set yükselen beyaz evleri, denize açilmaya hazirlanan büyük kayiklar, yalida toplanan halk görünüyordu artik. Gemideki bütün Türklerin katildigi sarki Anadolu’nun en hareketli deniz kapisi Inebolu’ya yansimaktaydi:
Onun sana selami var,
Diyor ki düsmanin ne cani var?
Kovsun onu sularindan
Orada Türk sancagi var!
(2) Amiel ailesi, Dr. Hasan Bey, Yüzbasi Faruk, Nesrin Hanim, romanin kurgu kisilerindendir. Ancak gerçek hayatta yasamis örnekleri vardir.
(3) Karadeniz Marsi
HAVA KESIF RAPORU pasalari rahatlatti. Fazil demiryolu kuzeyinde bir tümen, Sakarya’nin kollari arasinda dört-bes, Sakarya’nin güneyinde üç tümen saptamisti. Bu durumda düsmanin agirlik merkezi ortadaydi. Kuzeyden gelmeyecegi anlasiliyordu. Ya merkezden saldiracakti ya da merkezde zayif bir kuvvet birakip güneye sarkacakti.
Askerlik sanatinca dogru olan güney kanada yönelmesiydi. Ama bunun için güneye çark etmesi, Sakarya’yi asmasi, yayilarak güney kanada yanasmasi gerekiyordu. .
Bu bir hafta demekti.
Bu amatörce plan, Türk ordusuna en çok ihtiyaci oldugu seyi, zamani kazandiracakti. Bir hafta, bu kritik dönemde, büyük bir nimetti.
Hemen iki tümen güneye kaydirildi. Ertesi gün bu kanatta inceleme yapmaya karar verdiler. Güney (sol) kanat büyük önem kazanmisti. Savas burada dügümlenecekti.
YUNAN IKINCI KOLORDUSU ile Türk 2. Grubu, Sakarya’nin
güneyindeki bölgede, ayni sert kosullar içinde doguya dogru yürümekteydiler. Aralarinda bir yürüyüs günü fark vardi.
Türk komutan daha deneyimli oldugu için birliklerini küçük gruplar halinde ve daha çok geceleri yürütüyordu. Buna ragmen yalniz bu gün 322 asker hastalanmisti. Bu zahmete katlanamayip kaçanlar da olmustu.
Yunanlilarin durumu dogal olarak çok daha agirdi. Çünkü bu bölgeyi hiç tanimadiklari için güvenlik kaygisiyla gündüzleri yürüyüp sicaktan kavruluyor, gece yatip soguktan titriyorlardi.
Albay Kalinski sinir içindeydi:
“Hani bu yürüyüs askeri bir gezinti olacakti ?”
TÜRK ARTÇI BIRLIKLERI Yunan birlikleriyle ya dövüserek, ya göz temasini koruyarak geri çekiliyorlardi.
Mihaliççik’taki 1. Piyade Tümeni, geride Süvari Tümenini birakarak, aksam Sakarya dogusuna geçti.
Güneydeki Süvari Grubu da aksam, yaklasan düsman tümeni yüzünden, halkin gözyaslari içinde Emirdag’i bosaltti. Bu insanlari düsmanin insafina birakarak çikip gitmek subaylari da askerleri de kahretmekteydi. Aci sahneyi uzatmamak için atlari mahmuzlayip kaçar gibi uzaklastilar.
……
M. KEMAL PASA, Fevzi, Ismet ve Kazim Pasalar, Binbasi Tevfik Bey, Yarbay Salih Omurtak, ögleden önce Albay Deli Halit Bey’in komutasindaki 12. Grubu ziyaret için iki arabayla grup karargahinin bulundugu Toydemir köyüne geldiler.
Bu grup Sakarya boyunda, demiryolundan güneydeki Yildiztepe’ye kadarki kesimde mevzilenmisti.
Albay Halit Bey ve emrindeki tümen komutanlari pasalari bekliyorlardi. Komutanlar eksikliklerin az da olsa sürekli giderilmesinden çok memnundular. Asker neseliydi. Bunu duymak pasalari sevindirdi. Kaçak sayisi da çok azalmisti.
Baskomutan, “Su andaki asker sayimiz istedigimiz düzeyde degil.:’ dedi, “..ama güneye yönelecegi anlasilan düsman bize zaman kazandiriyor. Askerlik subelerinde, egitim alaylarinda birçok gencimiz ve askerimiz var. Islemleri bitenler egitim alaylarina, egitimleri sona erenler orduya katiliyor. Millet, çocuklarini saklamadan askere yolladigi için bu akis artik durmaz, savas boyunca devam eder. Içiniz rahat olsun.”
Yeni savas yöntemini (Lütfen bu yöntem için bir sonraki “Açiklamalar” bölümündeki “Yepyeni bir savas stratejisi” isimli bölümü okuyunuz.) genisçe anlatti ve bir cümleyle özetledi: “Yurdumuzu karis karis koruyacagiz !”
Nice savas görmüs komutanlari bile heyecan basti. Gerçek bir ölüm-kalim savasi olacakti.
Toydemir’den Yildiztepe’ye çikildi. Bu sirin tepeden genis Sakarya vadisi bütün görkemi ile görünüyordu. Yildiztepe’nin sarisin yamaçlari Sakarya’ya dogru yavasça, usulca, küçük dalgalar halinde inmekteydi. Ne güzel bir vatandi bu. Bu sarhos edici güzellikten bir süre gözlerini alamadilar. Yazik ki birkaç gün sonra savas burasini cehenneme döndürecekti. Bu kesimdeki bazi mevzileri gezip askerlerle bayramlastiktan sonra, daha güneye indiler.
Inlerkatranci Köyü’ne geldiler. Bu köyün güneybatisinda, üstü düz bir tepe vardi. Sakarya’ya karisan Ilica Deresi vadisinin bu tepeden iyi incelenebilecegi anlasiliyordu. Ilica vadisi Türk cephesinin güney çizgisini olusturacakti.
Otomobilleri tepenin eteginde biraktilar, en yakindaki alaydan yollanan atlara binip agir agir tepeye çiktilar.
Alay Komutani Baskomutan’a kendi seçkin atini ikram etmisti.
…….
ÇIKTIKLARI TEPEDEN, dogu-bati dogrultusunda uzanan Ilica vadisi gerçekten iyi görünüyordu. Vadinin kuzeyi güneye egemendi. Bu durum savunmaya kolaylik ve üstünlük saglayacakti. Esas savunma hattinin bu vadinin kuzeyinde olusturulmasi, 4. Grubun Yildiz Tepe ile Ilica vadisi arasindaki kesime kaydirilmasi kararlastirildi. 4. Grubun soluna 2. Grup gelecekti.
Doguya dogru iyice ilerde, çevreye egemen, heybetli bir dag vardi. Güçlü bir dürbünle çevreyi inceleyen Baskomutan sordu:
“Su koyu renkli güzel dagin adi ne ?”
“Mangal Dagi!“
Dürbünü gözünden indirdi. Yere serili olan haritaya bakti, dagi buldu, isaretledi:
“Sol kanadimizi bu güzel daga dayayalim. Düsmanin daha doguya dogru ilerleme olasiligi belirirse, bu dagi esas savunma hattina katariz !”
Ögle yemegini Toydemir’de komutanlarla yiyeceklerdi. Ismet Pasa haritasini toplarken, bir at kisnemesi ve bir erin korku çigligini duyup basini kaldirdi.
M. Kemal Pasa tam ata binerken, bir seyden ürken at parlayinca, ayagi üzengiden kayip yere düsmüs, sol bögrünü büyükçe bir tasa çarpmisti.
Fevzi Pasa uzatilan mataradan avucuna bosalttigi su ile M. Kemal Pasa’nin yüzünü yikadi. M. Kemal Pasa gözlerini araladi, basucunda diz çökmüs Ismet Pasa’nin korku ile terleyen yüzünü görünce gülümsemeye çalisti:
“Merak etme, önemli degil !”
Zorlukla dogrulup oturdu. Ismet Pasa’ya tutunarak ayaga kalkti.
Yüzünden caninin yandigi belli oluyordu. Ati tutan seyise seslendi:
“Çocuk, getir onu buraya !”
Beyaz, güzel, uzun bacakli, örme yeleli bir atti bu. Yanlis bir sey
yaptiginin farkindaymis gibi suçlu suçlu duruyordu. Seyis ati yaklastirdi. M. Kemal Pasa, “Gel çocugum.:’ dedi, atin yüzünü oksadi, “..senin bir kusurun yok:’ Gözlerinin arasindan öptü.
Yavas yavas tepeden indiler.
……
2. GRUP ögleyin Gökpinar’a ulasmisti. Burasi Sakarya’ya karisan gür Gökpinar deresinin kaynagiydi. Dik kayalarin dibinden buz gibi duru su fiskiriyordu. Su bol, çevre zehir yesili çimen, kaynagin ve derenin kiyilari koyu gölge döken sik agaçlarla doluydu.
Disiplin içinde siralarini bekleyen birliklere soguk kaynak gölünden kirba, tulum ve testilerle su tasiniyor, sirasi gelen askerler, derede zevk çigliklari ata ata yikaniyor, daha ilerde de hayvanlar sulaniyordu.
Askerler bes siska koyununu otlatan küçük çoban Musa’yi sevdiler, aralarina alip karavanaya ortak ettiler.
Cehennem yürüyüsü bitmisti.
Cephe Komutanligi Grubun öbür gün aksam Mangal Dagi’na ulasmasini istiyordu. Selahattin Adil Bey, ‘’Allaha sükür, çorak bölgeyi astik.:’ dedi, “..bundan sonrasi kolay. Kapagi cepheye atinca daha da rahatlariz. Düsman düsünsün !“
Dogru söylüyordu.
Düsman daha günlerce Anadolu’nun sicagiyla, tozuyla, gölgesiz ve susuz bozkiriyla bogusacakti.
…….
OTOMOBILLERLE çok yavas olarak Polatli’ya gelmisler, M. Kemal Pasa vagonuna çekilmisti. Yaninda Cephe Saglik Müdürü Dr. Murat Cankat vardi. Pasalar ve karargahin önde gelen subaylari, derin bir kaygi ve sessizlik içinde, yandaki vagonda, muayene sonucunu bekliyorlardi.
Doktor yarim saat sonra bekleyenlerin yanina geldi. Terini sildi. Ürkmüs görünüyordu :
“Bir ya da iki kaburga kemiginin kirildigini saniyorum. Biri cigerini tahris ediyor. Sesi kisilmaya basladi. Röntgen çekilmesi gerek !“ Yalniz Ankara Hastanesi’nde röntgen vardi.
“Öyleyse Ankara’ya gitmek zorunda !“
“Evet, hemen !“
Ismet Pasa, yaverine, “Treni hazirlatin..” dedi, topluluga döndü, “..olayi gizli tutacagiz !“
Refet Pasa’ya ve Cebeci Hastanesi’ne gizlice bilgi uçuruldu.
…….
REFET PASA, Kazim Pasa, Müstesar Albay Ali Hikmet Ayerdem, Salih Bozok ile Muzaffer Kiliç bashekimin odasinda sonucu bekliyorlardi.
Doktorlar Baskomutan’i, röntgeninin çekilmesi ve muayene edilmesi için alip götürmüslerdi.
Sol kaburgalarindan birinin kirik oldugu anlasildi. Kirik kaburganin ucu akcigeri örseliyordu. Kaburga alçiya alinamadigi için Dr. Mim Kemal Öke, belden yukarisini kalinca bir band ile sikica sardi. Kirik kaburganin zamanla kaynayip iyilesmesi beklenecekti.
Dr. Adnan Adivar, Dr. Refik Saydam, Dr. Semsettin Bey, Dr. Murat Cankat ayaktaydilar. Arkalarinda Nesrin Hemsire duruyordu.
Mim Kemal Bey, “Pasam..“ dedi saygiyla, “..yatarak, az hareket ederek dinlenmeniz gerekiyor. Aksi takdirde kaburgadaki kirik, cigerdeki tahris, basimiza çok is açar. Velhasil cepheye dönmeniz mümkün degiL. Yoksa..“
Sözünü tamamlamak için yumusak bir sözcük aradi, bulamadi: “..ölürsünüz !“
Öteki doktorlar baslarini sallayarak Dr. Mim Kemal Bey’i onayladilar.
Mustafa Kemal Pasa Çankaya’ya döndü.
……
PASASININ kaza geçirdigini ögrenen Fikriye Hanim az kalsin bayilacakti. Kendini zorlukla toparladi, Pasa’yi büyük bir sefkatle yukariya, yatak odasina çikardi.
Salih Bozok, Dr. Murat Cankat, yaver Muzaffer Kiliç alt kattaki salona geçtiler. Az sonra Abdurrahim de asagiya indi. Gözleri dolu dolu Salih Bozok’a sokuldu. hiç konusmadan oturdular. Olayi duyup telaslanan birkaç Bakan geldi. Fikriye Hanim misafirleri Pasa’nin yanina çikardi. Az sonra hizla asagiya indi. Dr. Murat Bey’e, gözleri korku içinde, “Bakanlara yarin cepheye dönecegini söylüyor..“ dedi, “..dönebilir mi ?”
Dr. Murat Bey hüzünle gülümsedi:
“Bakanlarin maneviyati bozulmasin diye öyle söylüyordur. Çünkü dönmesi mümkün degil. En azindan iki hafta yatmasi gerek !“
……
2 NUMARALi kogusta sadece iki yatak doluydu. Birinde Faruk yatiyordu, ötekinde atesten inleyen bir yarali. Kalan yirmi küsur yatak bos ve daginikti.
Faruk, küçük idare lambasinin zayif isiginda, sirt üstü, gözleri kapali, bu aksam nöbetçi olan Nesrin’in gelmesini bekliyordu. Nöbetçi hemsirelerin koguslari denetleme saatiydi.
Çok iyi tanidigi zarif ayak sesleri duyuldu, yaklasti, yaklasti, yaklasti, kogusa girdi. Faruk bir çiglik bekliyordu. Bekledigi oldu. Nesrin çigligi basti:
“Aaaaaaaaaa! Bu yaralilara ne oldu Faruk Bey? Nerede bunlar ?”
Faruk oturdu :
“Galiba Beyoglu’na çiktilar..”
Ayaklarini karyoladan yere sarkitti :
“..Pinti felekten bir gece çalacaklar:’
“Saka yapmayin ne olur !”
“Peki. Kaçtilar Nesrin Hanim !”
Nesrin isyan etti :
“Neden ama ?”
“Cepheye dönmek istiyorlardi. Doktorlar izin vermeyince, kaçtilar !“
“Hiçbiri daha iyilesmemisti ki …“
“Zarari yok. Cephenin havasi, karavanasi insani hastaneden daha çabuk iyi eder !“
Nesrin kapiya yürüdü :
“Ben olayi nöbetçi doktora bildirmek zorundayim…“
Faruk uzanip kizin elini yakaladi :
“Hayir, durun lütfen. Dün kaçacaklardi. Bu aksam kaçmalarini ben tavsiye ettim. Çünkü sizin nöbetçi olacaginizi biliyordum, ricami dikkate alacaginiza güveniyordum. Kaçaklarin istasyona ulasip cephe trenine binmeleri için bir yarim saate daha ihtiyaçlari var. Sonra hastaneyi ayaga kaldirabilirsiniz. Simdi lütfen suraya oturun. Bir yarim saatçik dinlenmenizi rica ediyorum !“
Nesrin’i yanindaki yataga oturttu. Kizin küçük eli hala kocaman avucunun içindeydi. Fark edince utandi :
“Ah affedersiniz…“
Telasla elini çekti.
……
NESRIN kogusta, kaçaklarin cephe trenine binmesi için gerekli zamanin dolmasini bekliyor ve alçak sesle Faruk’a bugün tanik oldugu büyük sahneyi anlatiyordu:
“Doktor Mim Kemal Bey, kirik kaburga oynayip da cigeri tahris etmesin diye genis bir bandla Pasa’nin gögsünü siki siki sardi ve cepheye dönemeyecegini söyledi. Pasa hiç sesini çikarmadi.“
“Itiraz etmedi mi ?”
“Hayir.“
Faruk hemen teshisini koydu :
“Öyleyse kafasina koymus, o da kaçacak !“
……
SALIH, Muzaffer ve Muhafiz Taburu Komutani Yüzbasi Ismail Hakki Bey, belki Pasa’nin bir emri olur diye erkenden gelmisler, yernek salonunda oturuyorladi.
Bir ayak sesi duyuldu. Salih ayaga kalkmaya davraninca, Ismail Hakki elini tuttu :
“Telaslanma, Fikriye Hanim’dir…“
Merdivenden Fikriye Hanim degil, M. Kemal Pasa indi. Tiras olmus, giyinmisti. Üçü de ayaga firladilar. Salih aglamakli, ‘Aman Pasam..“ dedi, “..niye kalktiniz ?”
“Böyle günde yatilir mi çocuk ?”
Sesi iyice kisilmisti :
“Ismail Hakki, taburunu topla, yarin cepheye hareket et !“
“Basüstüne !“
Salih Bozok’a döndü:
“Trenlerde arkaligi öne arkaya hareket ettirilebilir koltuklar olurdu. Bana arkaligi öyle olan bir koltuk bulun. Belki demiryolu ambarinda vardir. Kazim Pasa’ya haber verin. Bir saat sonra cepheye hareket edecegiz. Albay Asim Bey’i de bulun. O da bizimle gelsin. Siz de hazirlanin !“
“Ama Pasam, doktor…“
“Dedigimi yapin !“
“Peki !“
Iki yaver ve Yüzbasi Ismail Hakki azap içinde çikarlarken Fikriye Hanim Pasa’nin yanina gelip durdu, sitemle bakti. Pasa, Fikriye Hanim’a tutunarak yavasça oturdu. Elinden çekerek Fikriye Hanim’i da oturttu.
“Bu kazayi anneme yazma !“
“Yazmam.“
“Tesekkür ederim. Zavalli kadin, benden yana hep aci içinde yasadi. Ya hapisteyim, ya sürgünde, ya savasta. Idama mahkum oldugumu bile duydu…“
Genç kadinin elini oksadi :
“..Sen de üzülme. Allah bana yardim edecektir.”
……

KARARGAH TRENI Ankara’dan sessizce hareket etti. Maliköy’de durdu. Iki otomobil istasyonda bekliyordu. Baskomutanlik, Genelkurmay ve Cephe Komutanligi karargahlari Maliköy yakinindaki Alagöz’e alinmislardi.
Yeni karargaha hareket ettiler.
Küçük Alagöz çiftligi büyük bir ordugah olmustu. Her yani subaylar, askerler, çesit çesit çadirlar, arabalar, atlar, telsiz antenleri, telefon ve telgraf direkleri kaplamisti. Büyük Savas’tan kalma birkaç da demir tekerlekli kamyon vardi.
Türk ordusunun çok uzun yillardir bu kadar canli bir baskomutanlik karargahi olmamisti.
Otomobiller Türkoglu Ali Aga’nin iki katli, büyükçe evinin önünde durdular. Ev Baskomutan için hazirlanmis, telefon ve telgraf baglanmisti. Orduda bulunan tek asetilen (karpit) lambasi da, çok isik verdigi için Baskomutan’a ayrilmisti.
Fevzi ve Ismet Pasalar ile Baskomutanlik Sekreterligi görevlileri evin önünde bekliyorlardi. Pasalar kucaklastilar. Üst kata çikildi. Bu katta Baskomutan’in çalisma ve yatak odasi ile yemek ve yaverlik odasi bulunuyordu. Demiryolu ambarinda bulunan arkaligi hareketli koltugu birlikte getirmislerdi. Muzaffer Kiliç ile Ali Metin Çavus koltugu çalisma odasindaki küçük masanin yanina yerlestirdiler.
Odada birkaç iskemle, yerde küçük bir hali vardi. Neseyle kahve içtiler. M. Kemal Pasa iyi görünmeye çalisiyordu ama kimildadikça acidan yüzü terlemekteydi.
Pasalari neselendiren bir haber verdi:
“Halide Edip Hanim cephede bir görev istiyor !”
Ismet Pasa Halide Hanim’i sayardi, bu isteginden dolayi daha da saygi duydu. Türkiye bir savas kahramanindan daha cesur bu öncü kadinlar sayesinde, ilkel bir toplum olmaktan kurtulacakti.
“Kaydini gönüllü er olarak yaparim. Karargahta çalisir !” Kazim Pasa Ismet Pasa’nin omuzuna dokundu :
“Dünyada, ünlü bir kadin yazarin er olarak görev aldigi ilk ordu karargahi seninki olacak !”
Pasa gururla bakti :
“Evet !”
Sohbet iyiydi ama is yogundu. Ismet Pasa Albay Asim Gündüz’le birlikte karargahina döndü. Yeni Kurmay Baskani Albay Asim Gündüz saygiyla karsilandi.
……
YATAK ODASINA portatif bir asker yatagi konmustu. Ama Pasa geceyi çalisma odasindaki arkaligi yatirilan koltukta geçirdi. Zaten az uyurdu. Burada daha da az uyur olmustu. Herkes yatmaya gidince ya düsünüyor, ya kitap okuyordu. Gelirken Islam tarihiyle ilgili birkaç önemli kitap almisti yanina.
Uyanir uyanmaz Ali Çavus kahvesini verdi. Karargah berberi bekliyordu. Tiras oldu. Gecelik entarisini çikarip giyindi. Arkaligi yatikça koltuga yari uzanmis durumda oturdu, böylece doktorlarin tavsiyesine az da olsa uymus oldu.
Albay Asim Bey telefon etti, Merkez Ordusu’nun yolladigi 16. Tümen’in iki alayi yola çikmisti: 2.250 subay ve er. Alaylar savasa yetisebilirse savasçi sayisi 58.750 olacak, altmis bine yaklasilacakti.
Doktor sigara içmesini yasak etmisti ama dayanamadi, bir sigara yakti.
……
HALIDE EDIP HANIM kendisini geçirmeye gelen bazi bakanlara, Y. Kadri ve R. Esref’e veda ederek cephe trenine bindi.
Cephe için diktirdigi giysiyi giymisti: Lacivert bas ortüsü, ayni renk uzun ceket, bol pantolon, yumusak çizme. Cepheye giden bir yüzbasi bavulunu rafa yerlestirdi.
Her istasyonda trene yeni askerler dolusuyor, toprak rengi kadinlar aglasarak bir zaman trenle birlikte kosuyorlardi. Maliköy’e vardiklarinda ay çikmisti.
Istasyonda derin bir sessizlik içinde dagitim bekleyen birçok yeni asker vardi. Ismet Pasa yaverini ve otomobilini yollamisti.
Otomobil Bati Cephesi Karargahi önünde durdu. Halide Hanim’i Tevfik Biyiklioglu karsiladi. Karargahin alt katindaki toprak zeminli iki odada subaylar çalisiyordu. Yukari kattaki iki odadan birine götürdü. Odada büyükçe bir masa ile üstü asker battaniyesi ile örtülü portatif bir yatak vardi. Burasi Bati Cephesi Komutani Ismet Pasa’nin makam ve yatak odasiydi. Öbür oda Cephe Kurmay Baskani’nindi.
Ismet Pasa elini sikti, oturmasi için bir tahta iskemle gösterdi ama Halide Hanim komutanina saygi gösterip oturmadi.
“Artik ordumda bir ersiniz. Sizi Birinci Subeye atadim. Küçük bir eviniz, bir de hizmet eriniz olacak !”
Halide Hanim tesekkür etti.
“Baskomutan’i ziyaret ettiniz mi ?”
“Hayir Pasam. Simdi geldim.”
“Hemen gidin. Sizi bekliyor !”
Yüzbasi Hasan Atakan Halide Hanim’i M. Kemal Pasa’nin karargahina götürdü.
Halide Hanim bu sahneyi anilarinda söyle anlatacakti:
“M. Kemal Pasa oturdugu koltuktan güçlükle kalkmaya çalisti. Çünkü kaburga kemikleri hala agrilar içindeydi… M. Kemal Pasa’ya dogru, kalbimde gerçek bir saygi ile gittim. O kendi halindeki odada bütün gençligin bir millet yasasin diye ölmeyi göze alan kararini temsil ediyordu. Ne saray, ne söhret, ne herhangi bir kudret, onun bu odadaki büyüklügüne yaklasamaz.
Gittim, elini öptüm.“
Bundan böyle aksam yemeklerini, Ismet Pasa, Kazim Pasa, AIbay Arif Bey ile birlikte Baskomutan’in sofrasinda yiyecek, bu müthis savasin kulisinde yasayacakti.

ALINTI


YaLnizLigim bir çigLikti Hepiniz mi Sagirdiniz..!
Yukarı Bu Konudan Şikayetçiyim.!


Sayfalar :

Forumdaki konulara cevap yazabilmeniz için üye girişi yapmanız gerekmektedir.


 
   Ana Sayfa    Foto Galeri    Ziyaretçi Defteri    Iletisim