Simidi çok severim, eski ögrencilik günlerimden kalma hos bir lezzettir. Cebrail Keles / Kastamonu Postasi / Hele kissa birde yagmur varsa, sigindigin çay ocaginin ahsap taburesine oturup ince belli bardakta tavsankani bir çayla simidi yemenin tadina doyum olmaz. Simit deyince benim aklima gelen tek sey susamli olandi. Yillar önce Kastamonu’ya geldigimde bu susamsiz simit bana çok ilginç gelmisti. Ilk kez tattigimda, Ankara’nin çitir çitir susamli simidine aliskin biri olarak itiraf etmem gerekirse bana pek bir yavan gelmisti. Zamanla bende alistim. Simdilerde sehirde kaldigim vakitler firindan aldigim sicak bir simidi, Nasrullah Camisinin önünde kaleye sirtimi verip oturdugum bankta bulursam birileriyle, bulamaz isem güvercinlerle paylasip yiyorum.
Bu susamsiz simit niye bu kadar lezzetli niye bunu tercih ediyorlar acaba deyip sehrin en meshur simit firinlarindan biri olan Tekeli Simit Firininin kapisini çaldim. Firin sahibi Mehmet Tekeli bana çirakligindan bu yana yaklasik kirk yildir simit yaptigini, kendisinden önce de bildigi kadari ile bu sehirde yüz yildan fazla bir zamandir bu simidin yapilip yendigini anlatti. Ve dedi ki;
—Bu arada sizlerin araciligi ile sunu özellikle belirtmek istiyorum, disaridan gelenler bu simide Kel Simit adini taktilar ben böyle adlandirilmasina karsiyim. Kel denmesi simide olumsuz bir anlam katiyor. Bu simidin adi Kastamonu Sade Simidi’dir.
Tekeli firininda simit nasil yapiliyor bir müddet izledim. Önce bir usta hamurlari açiyor, yuvarlak halkalar haline getiriyor. Bir diger usta koca bir kazanda pisiriyor. Biri bu simitleri firina atiyor. O beyaz halkalar firindan disari kipkirmizi simitler halinde çikiyor.
Simidin tarihine gelecek olursak, PROF. Dr. Artun Ünsal, Susamli Halkanin Tilsimi adiyla, tarihten bugüne Istanbul simidini inceleyen bir kitap kaleme almis. Bu kitapta Prof. Dr. Artun Ünsal önce `simit` sözcügünün nereden geldigini arastiriyor. "Simidi ilk kim yapti?" sorusunu da Orta Asya`dan Balkanlara dek örnekler vererek gereksiz bir soru olarak niteliyor. Simidin halka seklinin, onun kitir kitir pismesi açisindan önemli oldugunu, baska ülkelerin benzer ürünlerinden örnekler vererek ortaya koyan Ünsal, Osmanlilar öncesine iliskin güvenilir kaynaklar bulunmamasi nedeniyle, simidin tarihini Osmanli döneminden itibaren ele aliyor. Kitapta simitle ilgili ilginç bilgiler var. Örnegin Simit, hatta halka simit sözcükleri Osmanli`da II. Bayezid`den bu yana uzun süre has undan yapilmis yuvarlak ekmekler için kullanildigindan, her biri 25 dirhem (80 gram) agirlikla bugünkü simide en yakin olani ilk kez 1651 tarihli bir `Mutfak Defteri`nde yer almis. Sultan II. Ahmed`in annesi valide sultanin sofrasina her gün alti has ekmek ve diger çesitli ekmek ve çöreklerin disinda 12 adet de `halka simit` getirildiginin kayitlara geçmesi, simidin artik Osmanli sarayinda da begenildigini anlatiyor. Peki ya kel simit nerden gelmis.
Sabah gazetesinde yer alan bir yazida söyle bir bilgi var. “Rusya’da adi, ‘Bubrik’, Karadeniz’de ‘simit’ oldu. Lazlar ise ona ‘Kerkeli’ diyor... Susamsiz olusu nedeniyle ‘kel simit’ seklinde de adlandirilir. Öyküsü, Rusya’ya çalismaya giden Rize’nin Pazar ilçesindeki gurbetçilerin, Çarlarin kahvalti sofrasini süsleyen simidi bir buçuk asir önce memlekete getirmesiyle baslamis. En büyük özelligi sertligi, ayni gün tüketilmez ve ertesi gün yenilmek istenirse ‘dis’ bile kirabilir. Pekmez suyunda kaynatiliyor, hiçbir katki maddesi içermiyor. Kalorisi ‘yok’ denecek kadar az.”
Dünyada ve Türkiye’de simit hakkinda yazilanlar çizilenler böyle. Kim ne derse desin simit simittir. Hepinize afiyet olsun.
Anadolu Ajansi
|